17 Haziran 2014 Salı

Servet Somuncuoğlu'nun Aziz Hatırasına




ÜLKÜCÜ AMA NASIL?
(Milletimin Çobanlarına)

Geçen ayın yirmisinde Ankara’da TÜBAV’ın düzenlediği Taştaki Türk İzleri / Servet Somuncuoğlu’nun Çalışmaları adlı güzel bir toplantıya katıldım. Türkolog Selda Serin ve Prof. Dr. Dursun Yıldırım duyurulan konuşmacılardı ama Prof. Dr. Nakış Karamağaralı ve Prof. Dr. Ali Akar da toplantıda Servet Somuncuoğlu’nun çalışmalarını ve onunla ilgili hatıralarını ve tespitlerini anlatma fırsatı buldular. Önce Servet Somuncuoğlu’nun yardımcısı genç Türkolog Selda Serin çok güzel bir sunum yaptı. Ardından Türk Dünyasının aksakalı Dursun Yıldırım ile Nakış Hoca ve Ali Hoca Serveti, servetimizi anlattılar. Doyurucu bilgiler verdiler, yeni ufuklar gösterdiler. Bu toplantı kanaatimce sıradan bir toplantı olmaktan öte, bir ülkücünün nasıl olması gerektiği konusuna ışık tutan bir ziyafetti.

TRT Yapımcı-Yönetmeni Servet Somuncuoğlu’nu daha çok belgeselleriyle tanıyorsunuz: Servet Bey, ardında yüz binden fazla fotoğraf, belgeseller ve bilim adamlarına, sanatçılara ışık tutacak kitaplar, makaleler, yazılar, notlar ve asıl önemlisi projeler bırakarak, çok genç yaşta aramızdan ayrılan bir aydın, bir ülkücü. O ciddi bir Türkologdu; tarihten edebiyata, sanattan felsefeye, halkbilimden sosyolojiye kadar geniş bir ilgi sahasına sahip, okuyan bir ülkücüydü. Sahip olduğu on bin kitabın çoğunu okumuş olduğu söylendi.

O, tarihin akışını değiştiren bir milletin medeniyetinin bu kadar genç olmaması, mutlaka bir geçmişinin olması, bununla ilgili bilgi ve belgelerin çok daha eski dönemlere dayanması gerektiğini söylerdi. Bunun ortaya çıkarılması için kendine yüzey arkeolojisi denilebilecek, alanı seçti; taşlardaki, kayalardaki yüzlerce, binlerce yıllık Türk resimlerini, damgalarını ve yazılarını belgeliyordu. Odaklandığı bu konuyla ilgili çalışmalar yapıyor, fotoğraflar çekiyor, filmler, belgeseller yapıyor, yazılar yazıyor, kitaplar hazırlıyordu. Türklerin taşlara bıraktığı izleri belgelemeyi, önemli oranda başardı. Ömrü vefa etseydi, belgelediği ama henüz yayınlamadığı bölgelerin de izlerini kamuoyuna sunacaktı. Vaktinin az olduğunu sanki biliyor ve bunu çevresindekilere de söylüyordu.

Servet Somuncuoğlu, arkasında ciddi bir maddi destek olmadan,  çoğu kendi imkânlarıyla Hakasya, Tıva, Moğolistan, Kırgızistan, Kazakistan, Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye (Denizli, Kütahya, Çanakkale, Aydın, Muğla, Hakkâri, Gaziantep, Kars, Ordu...) binlerce kilometreyi kat edip yüzlerce mekânı karış karış tarayarak yüz binden fazla yüzey fotoğrafları çekti. Bir yerden bir yere göç eden Türklerin arkalarında bıraktıkları işaret, resim ve damgaları takip etti, yorumladı. Konuyu Türkiye gündemine taşıdı. Atlas gibi dergilerdeki yazıları onun alanına ne kadar hâkim olduğunu göstermektedir.

Sadece ortaya koyduğu; Taştaki Türkler, Saymalı Taş, Damgaların Göçü / Kurgan adlı üç önemli ve olağanüstü muhteva ve hacimdeki muhteşem kitabın meydana getirilmesi için yüzlerce kişinin çalışması gerekirdi. O bunları bir avuç gönüllüyle birlikte tek başına yaptı. Bu kitaplar ve belgeseller o kadar önemli ki her Türk evinin kütüphanesinde mutlaka bulunmalı. Çeyiz sandıklarına konulmalı diye düşünüyorum.

“Yaptı da ne oldu? Onun belgelerine kaç kişi baktı? Kaç aydın, bilim adamı ve sanatçı bu fotoğrafları inceleyip kendi alanıyla ilgili sonuçlar çıkardı ve bunları yayınlayarak Servet Somuncuoğlu’nun çalışmalarına katkıda bulundu?” diye sorarsanız size şimdilik cevap veremem. Ama bir hazine keşfedilmiş, medeniyet tarihimize kazandırılmış ve üzerinde çalışılmaya başlanmıştır. Aslına bakarsanız tembel aydınlarımızın önüne yazacakları, yorumlayacakları çok zengin bir malzeme hazır edilmiş, konulmuştur. Aydınımıza düşen, önlerine konulmuş belgeselleri seyretmek ve kitaplarını temin edip okumak ve yorumlamaktan ibarettir; Servet Somuncuoğlu gibi binlerce kilometre bin bir zorlukla, aç susuz, soğukta, güneşte dolaşmayacaklar. Onlar çalışmazsa, mutlaka başkaları, yabancı birileri çıkıp çalışacaktır.

Ben bu resimlere bakarak ok, araba, atı evcilleştirme, süvari, tarım, avcılık, kemer, kadın savaşçı, halay gibi konularda dünyadaki ilk buluşu ve faaliyeti bizim gerçekleştirdiğimizi rahatlıkla söyleyebildim. Çünkü bu resimler binlerce yıllık (belki on bin) ve bugün bize, “Sizin tarihiniz, medeniyetiniz budur!” diye yutturulan birçok bilgiyi de ortadan kaldırmaya yetecek sağlam belgeler niteliğinde. Onun için bütün bilim ve sanat dallarının mensupları bunlara sadece kaya üzerine çiziktirilmiş resim veya yazı olarak bakmadan konuyu, kendi alanları açısından incelemeliler, sonuçlarını yayınlamalılar. Biz de bu başımıza geçirilen “siz ilkelsiniz” çuvalından kurtulmalıyız.

Tabii onun yüzey belgeleme çalışmalarının kaldığı yerden devam ettirilmesi gerekiyor. Fotoğraf, film, belgesel olarak tespit ve arşivleme çok önemli. Özellikle gençlerin ve vatandaşın “Taştaki Türkler” konusuna yönlendirilmesi,  ilerde “bizim memleketimizde vardı, ben hatırlıyorum ama kırılmış, çizilmiş, yok olmuş” denilmemesi için bilinen bütün alanların hemen belgelenmesi gerekiyor. Belgelenmiş alanların ise korunmalı, namahrem ellerden uzak tutulmalı çünkü bunlar bizim namusumuz, mahremimiz, yabancı, hele Türk’ün bu hazinelerini yok etmeye memur edilmişler asla yaklaştırılmamalı. HES yapıyoruz diye böyle hazine gibi alanlarımız yok edilmemelidir. Başta yurdumun çobanlarına, muhtarlarına, öğretmenlerine ve iş başındaki Türklere bu konuda büyük görevler düşmektedir.

Yurdumun güzel bir insanından bahsetmezsem olmaz: Cemil Söylemezoğlu Güdül’deki kaya resim ve yazılarını Servet Bey’e haber veren kişidir. Allah ondan razı olsun. Servet Beyin üç önemli kitabından biri Güdül kaya resimleri ve yazılarına ayrılmıştır. Bu arada Cemil Söylemezoğlu’nun rehberliğindeki Güdül Kaya Resimleri Gezisi’nin de kurumlaşarak devamını diliyorum. Başka yerlerde de Cemiller çıkması lazım. Sadece Moğolistan’da 85 kaya resim ve yazısı bölgesi olduğu düşünülürse, Türk dünyasının birçok yerinde henüz keşfedilmeyi bekleyen birçok alan olduğuna kesinlikle eminim. Dediğim gibi Türk âlemi, çobanlarının gayretlerini bekliyor. Bu çobanlar, muhtarlar, öğretmenler ülkücülerdir. Bir kişi olduğu halde bir ordu gibi çalışan, yüzlerce kişinin yapabileceklerini tek başına yapan! Çok okuyan, vaktini boş geçirmeyen, kendini milletine adamış ülkücüler… Ancak ülkücüler meselelere sahip çıkarsa Türk Milleti ebediyete kadar şanla şerefle yaşayacaktır.

Servet Somuncuoğlu bir kapı açtı…  “Dünyadaki sayılı üç-beş medeniyet arasında neden Türk medeniyeti de onlar arasında yer almıyor?” diye sorması ve bu soruyu destekleyecek delilleri ortaya koyması, kendine güvenini kaybetmiş kitleler için ciddi bir motivasyon kaynağı oldu. Özellikle Servet Somuncuoğlu’nun ani ve zamansız vefatından sonra memnuniyetle görüyorum ki, özellikle gençler arasında taştaki Türkler konusuna yönelik bir merak başladı. Bu gençler teşvik edilmeli, bilimsel çalışmalara yönlendirilmeli. Bu görev akademisyenlerimize düşmektedir. Türk kaya resimleri konulu tezler hazırlanmalı, ilmi toplantılar düzenlenmeli, Türk kültürünün özellikle antik dönemi gün yüzüne çıkarılmalı.  

Selda Serin ve Emre Sevinç’in Servet Somuncuoğlu’nun çalışmalarının takipçisi olduklarını görmekten mutluluk duydum. Sevgili Emre haber vermeseydi, belki de  böylesine önemli bir toplantıyı kaçırmış olacaktım. Ayrıca gayretleri için Ayten Altaylı’yı, bu güzel toplantıyı tertip ettikleri için TÜBAV yetkililerini kutluyorum. Onlara teşekkür borçluyuz.

Servet Somuncuoğlu, nur içinde yat aziz kardeşim. Sen görevini yaptın, şahidiz.


Biz geriye ne bırakacağız? Ülkücüler önce bunu düşünmeli.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder